laf iki

hacı hacıyı mekkede hoca hocayı tekkede ibne ibneyi dakkada bulur.

laf


çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz

organize işler iki

- üzeyir abi sen dilsiz değilsin. niye hiç konuşmuyorsun?
- bir ara çok konuştum, hiç faydasını görmedim. bıraktım.

askerde iken üç

askerlerin morallerinin bozulmaması için pozitif yönde 5-6 derece oynama yaptıkları söylenen dijital termometrenin -30 dereceyi gösterdiğini görmüştüm.
yer: sivas-temeltepe
yıl: 2008

anektod sekiz

üniversite yıllarında aylardan bir ay günlerden bir gün, çok fena hasta olmuştum. ciğerlerim boğazımdan çıkacak sanki. öyle çok öksürüyorum. ateş, halsizlik... son kalan enerjimle kampusteki medikoya attım kendimi. doktor muayene etti, sağolsun bir takım ilaçlar yazdı ve açıklamaya başladı. bu ilacı günde üç defa tok karına içeceksin demişti ki atıldım: doktor bey günde üç defa tok olsam hasta olmazdım!

ahmet erhan dedi ki:


ölümseyerek bakıyor hayat, biz gülümseyelim.

otobüs

Pencere kenarına oturmuştu ama bileti koridor tarafıydı ve sırf bu yüzden yanındaki koltuğun boş olabilme ihtimali onu türlü heyecanlara gark ediyordu. Çünkü otobüsün kalkmasına sadece birkaç dakika kalmıştı. Hadi artık kimse gelmeden kalksın şu otobüs diye içinden geçirirken merdivenlerden gelen sese dikkat kesildi. Elindeki poşetlerle birlikte yürümekte zorluk çeken epeyce şişman adamı gördü. Tişörtündeki yer yer ıslaklıklar artık tişörtün deseni gibi gözükmekteydiler; otobüse yetişebilmek için epey gayret etmiş ve bu gayretinin sonucunda biraz terle birlikte başarıya ulaşmış görünüyordu. Yorgun bedeninin üzerinde olası bir talihsizliği önlemiş olmanın getirdiği mutlukla gülümseyen bir yüz vardı. Olamaz diye geçirdi aklından, lütfen yanıma oturmasın. Otobüs yolculuğu sırasında kurulan belki de dünyanın en gereksiz en saçma en tiksindirici teması (bazen sözlü bazen fiziksel), şişman olanlarla olanıdır heralde diye geçirdi içinden. Adam gitgide yaklaşıyordu tek tek koltuk numaralarına bakarak. Onun sırasına geldi ve durdu. Koltuk numarasına baktı önce, sonra biletine, sonra tekrar koltuk numarasına baktı ve “sanırım pencere tarafı benim” dedi. Her iki tarafın da aslında son derece yapmacık olduğunu bildiği diyalog başladı hemen ardından. Önce ondan sahte bir şaşkınlık ifadesiyle gelen “yaa öyle mi hiç fark etmemişim, kusura bakmayın” yalanı. Ardından karşı taraftan gelen samimiyetsiz “önemli değil” cevabına ilaveten aynı derecede samimiyetsiz gülümseme. Aceleci tavırlarla, öndeki koltuğun arkasına sabitlenmiş siyah lastikli fileye sıkıştırdığı birkaç öteberisini aldı ve ayağa kalktı, yol arkadaşı’!’ yerine geçtikten sonra yeni koltuğuna oturdu. Olası bir muhabbet girişimini önlemek için apar topar kulaklıkları taktı ve müzik çalarını çalıştırdı. Yol arkadaşı da aynı umursamazlıktaydı ve sadece yerleşmeye çalışmakla meşguldü. Otobüs henüz hareket etmişti. Kulaklıktan gelen müziği örseleyen sesi anlamaya çalıştı ve kulaklıkları çıkarma ihtiyacı duydu. Çıkardığında o bilindik, aslında bir o kadar da bilinmedik, bilinemedik sözleri duydu; “ değerli yolcularımız”la başlayan “hepinize iyi yolculuklar dileriz”le biten ve aradaki sözcükleri sadece söyleyenin bildiği, er gazinosundaki ellibeş ekran televizyondan çıkan sesi anımsatan konuşmayı anlamasa da sonuna kadar dinledi. Kulaklıkları tekrar taktı. Şimdi de bilet kontrolüne başlamıştı muavin. Biletini kontrol ettiği yolcunun ineceği yeri soruyor, ardından elindeki çeteleye not ediyordu. Her zamanki gibi yine sinirle ve sabırsızlıkla bekliyordu o, sıranın kendisine gelmesini çünkü bilet kontrolü bitmeden ne dinlediği müziğe ne de okuduğu mecmuaya konsantre olabiliyordu. Umursamaz davranmaya çalışsa da bir gözü hep muavinde oluyordu, acaba geldi mi yanıma düşüncesiyle ve bu takıntılı hali nedeniyle kendinden nefret ederek. Her otobüs yolculuğunda, aklına bulutsuzluk özlemi şarksı gelirdi ve kendi kendine mırıldanırdı: ‘muavin de çocuktu fakat uykusuzdu’. Bu seferkinin kendinden yaşça büyük, uykusunu gayet iyi almış, kırmızı yanaklı, firmanın zorlamasıyla taktığı papyonu boynunu sıkıştıran, besili bir muavin olması hiç hoşuna gitmemiş; toplumdaki yaşam adaletsizliğini kendi kendine teyit edememiş; huzursuzlanmıştı. Bilet kontrolünün ardından biraz rahatlamıştı, koltuğunu arkadakini rahatsız edebilirim hassasiyetiyle yavaşça yatırdı. Müziğin sesini biraz arttırdı. Yine hayallere dalmıştı ki, yanındaki şişmanın yağlı bacaklarının kendisininkine değdiğini fark etti ve apar topar bacaklarını birleştirmek suretiyle durumu kurtardı. Fakat yanlış olan bir şey vardı. Şişman bacaklarını gereğinden fazla bir rahatlıkla gereğinden fazla bir şekilde açmıştı ve bu durum onun takıntılarını, komplekslerini epeyce azdırmıştı. Art arda şu düşünceler sıralandı zihninde: neden o bu kadar rahat davranabiliyor da ben böyle rahat olamıyorum? Bacaklarını kapatamayacağı kadar büyük ‘organ’lara mı sahip? Ben cinsel sağlığımı onun kadar düşünmüyor muyum? Bacaklarını toplamasını söylesem kabalık etmiş olur muyum? En iyisi sözlü bir iletişime girmeden, bacaklarımı kendi koltuk sınırlarıma kadar açarak rahatsızlığımı belli edeyim ve onun da rahatsız olmasını sağlayayım diye düşündü. Bu davranışı birkaç dakika geçmesine rağmen yanındakinde herhangi bir toparlanmaya sebep olmamıştı. Bilakis adamın bacaklarını iyice yaymasına sebep olmuştu. Lan adam gay mi acaba diye kuruntuya düştü, bu davranışımdan ötürü benim de öyle olduğumu düşünürse diye tırstı ve acilen toparlanıp bacak bacak üstüne atarak sinirlerini bozan teması sona erdirdi. Yaşananları ve şüphelerini unutmak istedi ve kulağındaki müziğe odaklandı tekrar.

Muavin servisi tamamlamış, uyuklamak üzere muavin koltuğuna yerleşmişti ki ışıklar da söndü. Servis esnasında muavine doğru hayır anlamında elini kaldırıp teşekkür ederim dediğini anımsadı ve kendine sinir oldu. O an etrafındakilere bu davranışının ‘ben sürekli yapıyorum bu seyahatleri, benim için alışılmış bir olay, kek ve kahve meraklısı değilim’ artizliği anlamına geleceğini düşünmüş, bu davranışıyla kimseyi etkilemediğini fark etmekle kalmamış, bir süre bir şeylerle oyalanabilme ihtimalini ortadan kaldırmıştı. Otobüste çoğu kişi uyumuştu bile. O hiç uyuyamazdı otobüs yolculuklarında. Bu durum da sinirlerini bozardı esasen. yanındakinin de gözleri kapalıydı ama uyuduğundan emin olamıyordu çünkü adam hiç ses çıkarmıyordu. Bir süre sonra her zamanki gibi bağırsaklarında başlayan kıpırdanmaları fark etti. Sonrasında aşağı yöndeki bu harekete engel olamayacağını anlayıp bu işlemi en zararsız şekilde gerçekleştirmeyi planladı. Kendini belinden kasarak poposunu hafifçe kaldırdığında ses çıkarmadan yellenebildiğini keşfetmişti geçmiş deneyimlerinde. Yine öyle yaptı. Fakat kulaklıkları çıkarmadığından sessiz kalabilmeyi başarıp başaramadığını anlayamadı ve tedirgin oldu. Çaktırmadan, çekinerek çevresine göz gezdirdi. Çevresindekilerde anormal bir tepki veyahut sert bir bakış göremedi, biraz rahatladı. Koku da yoktu ki olacağı yönünde bir korkusu zaten yoktu, yine geçmiş tecrübelerine güvenerek. Uyumayı denedi, başaramadı. Müzikle birlikte hayal alemine daldı. Birden canı sigara içmek istedi. Bu istek geldiğinde bir daha hiç gitmiyordu ve mola yerine kadar zaman zaman ter basıyordu ona. Sıkıntılı geçen bir buçuk saatin ardından otobüs mola verdi. Otobüsün merdivenlerinde sigarasını parmaklarının arasında hazırlamıştı bile. Yaktı, derin bir nefes çekti.

cedric


-------- sekiz yaşındaysanız ve aşıksanız hayat çok güzel! --------

neyzen tevfik dedi ki:


sefaletle geçer ömrün muhakkak

pederden yoksa şayet mali mevrus

sefaletten halas olmak istersen

tereddütsüz ya orospu ol, ya deyyus

tırışkadan


gideyim mi diye sordu kadın. doğruldu yataktan, dirseklerinin üstünde durdu, kadının yüzüne bakmadan sen bilirsin diye karşılık verdi adam sakallarını kaşıyarak ve kısık bir sesle. gözüne halı takıldı adamın. birlikte almışlardı. bunu alalım demişti kadın, siyah beyaz mozaik desenli olanı. halı biraz kaymıştı, epeyce eskimiş ahşap parke görünüyordu uzak köşede. yatak tarafı da epeyce sararmıştı. karşı uçtaki koltuğun üstüne giysiler yığılmıştı. eline aldı, kokladı kadın. parfüm kokusu yayıyorlardı hala. ter kokusu ve geceden kalma şarap şişelerinden çıkan keskin koku odanın havasını ağırlaştırmıştı. kıyafetleri tekrar kokladı kadın. sonra odayı ilk defa görüyormuş gibi inceledi. pencereye baktı. açmayı düşündü, vazgeçti. ilk defa diye içinden geçirdi kadın, ilk defa çıplakken bakmıyor bana. giyinirse her şey bitecek gibi geldi, gerçekten bitecek. gözleri doldu kadının, eğildi, fermuarı açık olan ve bir kömür sobasının başında uyuklamak üzere yayılmış kara bir kedi gibi görünen çantasına soktu elini; koyu kahverengi çerçeveli, yuvarlak, küçük aynasını çıkardı. sol gözünün altındaki kırışıklıklarda ilerleyen damlayı seyretti. sol elinin tersiyle yanağında yaydı o damlayı daha sonra. tekrar eğildi yere, aynayı çantanın içine bıraktı. yatağın yanındaki komodine uzandı, pakete dokunmadan bir sigara çıkarttı adam, gece paketin üstüne bıraktığı çakmağı aradı, bulamadı. yere düşmüş olabileceğini düşündü, bakmadan elini sarkıttı yataktan. sıkıştırıldığı köşeden sıyrılıp yeri süpüren eflatun renkli çarşafın altını eliyle yokladı ve çakmağa ulaştı. sigarasını yaktı ve derin bir nefes çekti. hoşçakal dedi kadın. irkildi, uyandığından beri ilk defa baktı adam kadına. kadın giyinmişti. bir süre gözleri bir birine kilitlendi. kal dersen her şeyi, tüm yaşamımı bırakıp seninle kalırım dedi kadın. adam gözlerini kaçırdı. hoşçakal dedi tekrar kadın. o adama mı gidiyorsun diye sordu adam kadının yüzüne bakmadan. hayır dedi kadın, beyaz, yakası işlemeli, büyük ilmikli, örme ceketini giyerken. biliyorum anlamayacaksın, kocama gidiyorum diye düşüneceksin ama aslında ben sadece oğluma gidiyorum. peki dedi adam; eğer kal dersem kimi terk etmiş olacaksın?

tespit

hani sorulduğunda kimse ak partiye oy vermemiştir ya, biz de kendi kendimize sorarız ulan o vermedi bu vermedi kim verdi bu adamlara bukadar oyu diye; hah işte bir de gökhan özen var öyle. kimse sevmez bu adamı. kime sorsan ıyyy iğrenç herif der hem kendisine hem şarkılarına. ama adam her yerde karşımızda, dakka başı klipleri dönüyo haberleri çıkıyo. demek var seveni ki...işte ben bu duruma akp sendromu adını veriyorum ki daha çok var bu sendromdan, aklıma geldikçe yazacağım.

bir de şu var. bütün 'süleyman'ların tipi: geniş alınlı temiz yüzlü beyaz tenli akça pakça..düşün bak hakkaten öyle:)