hikayeden


yukarda fotoğrafını gördüğünüz hatun ex-yengeniz hatice olur uyandırayım. bundan birkaç hafta önceye kadar çok seviyeli bir ilişkimiz vardı. her şey çok yolunda gidiyordu. birbirimize delilercesine aşıktık filan. ben bir ekonomi dergisinin editörlüğünü yapıyordum. hatice ise okulunu henüz bitirmiş, bir yandan mba yapıyor bir yandan da mali müşavirlik sınavlarına hazırlanıyordu. leventte orta büyüklükte bir stüdyo daireyi paylaşıyorduk. ikimiz de ailelerimizden uzaktaydık ve birbirimizin ailesi olmuştuk artık. onun anne ve babası kırklarelindeydi. göçmen bir ailenin kızıydı hatice. babası emekli polisti, emekli hemşire annesi de. artık ununu elemiş eleğini asmış insanlardı. hayattan tek beklentileri biricik kızlarının mürüvvetini görmekti. benim ailem ise malumunuz zaten. geleceğe dair mutlu umutlu bir o kadar da sıradan hayallerimiz vardı. türkiye standartlarında her orta direk veyahut dar gelirli aile gibi bizde sıcak bir yuva kurmak, haftada birkaç gün boğazda balık yemek, haftasonları da bazen alacağımız küçük tekneyle boğazda turlamak, bazen şifreli partilere katılmak, kıyafet balolarına dahil olmak ve bazen de yurtdışında, pariste venedikte londrada mesela, mütevazi küçük tatiller yapmak istiyorduk. hayalleri küçük olunca insanın gerçekleştirmesi de bir o kadar kolay oluyor. mutlu sona çok az kalmıştı yani. fakat ne olduysa o gün oldu. ilk defa eve erken gelmiştim işten. her zamanki gibi apartman görevlisi muhittin abi günlük dedikoduları vererek asansörün kapısına kadar eşlik etti bana. asansörden inip zile bastım her zamanki gibi iki kere ve kısa kısa. kapı açıldığında gördüğüm manzara da her zamanki gibiydi. bir hafta boyunca şiddetini hiç azaltmadan devam eden, kara kara bulutlardan inen ve insanın ruhunu sıkan yağmurlardan sonra açan o ilk güneş vardır ya, işte öyle bir duygu yaratıyordu haticenin bana işten her geldiğimde, o gülümseyen, sevimli, boynu sol tarafına doğru eğilmiş, çıplak sağ ayağı diz hizasına kadar arkaya kıvrılmış haliyle hoş geldin sevgilim diyip dudaklarıma küçük bir buse kondurması. ellerimi yıkayıp sofraya geçmiştim. tabaklarımıza yemeklerimizi koyarken günün nasıl geçti hayatım diye sordu. her zamanki gibi sıkıcı yorucu olduğunu söyledim. sen neler yaptın diye sordum. okul işte ne olsun gittim geldim, bu arada sana bir sürprizim var ama yemekten sonra söylicem dedi. sürpriz diyince hep iyi bir şey olduğunu hissederdim ben o güne kadar. kötü sürprizler de var tabi hayatta. kuru fasulye ve pilav yapmış akşam için hatice. bana bir duble çift buzlu rakı koymuş her zamanki gibi, kendisine de bir kadeh cabernet sauvignon almıştı. tabiî ki kuru pilavın vazgeçilmez ekürisi kuru soğan da vardı. fonda henri salvadordan petit’ fleur çalıyordu. müziği kapatıp televizyonu açsak olur mu hayatım, yaprak dökümü başlamıştır dedi hatice. elbette bebeğim diye karşılık verdim. dizi reklam arasına girdi. hatice ben bir duş alıp geleyim dedi. bu esnada ben de bulaşıkları makineye yerleştirdim ve şöminenin karşına geçtim. yemek ağırlık yapmış ufak bir şekerleme yapmıştım ki üşüyerek uyandım. bir koşu ardiyeden yarısını kullandığımız mangal kömürünü kapıp geldim. geçmek üzere olan odunların üzerine olduğu gibi bıraktım. hatice geldi saçlarını havluyla sarmıştı. kaşlarını çattı, hayatım neden böyle yapıyorsun, kaç defa söylicem, hem saçlarımı yeni yıkadım, kömür isi kokcak şimdi diye azarladı beni. zaten yıkanmak için çok erken davrandın tatlım dedim yüzümde hınzırca bir gülümsemeyle ve kucağımı işaret ederek. pas vermedi, yanıma oturdu. neymiş bu sürpriz söyle bakalım dedim. bugün beni nerden aradılar biliyomusun dedi. nasıl yapıyorsam böyle durumlarda gözlerim burnum ve ağzımla bir soru işareti oluşturabiliyorum yüzümde ve konuşmadan. devam etti. vogue dergisini biliyorsun, onun türkiye temsilciliğinden aradılar, fotoğraflarımı çekmek istiyorlarmış, dünyanın biçok ülkesinde de yayınlanacakmış dedi. seni nerden bulmuşlar diye sordum. facebooktaki resimlerimi görmüşler çok beğenmişler, çok fotojenik olduğumu düşünmüşler dedi. bu alanda geleceğim çok parlak olabilirmiş, ben de öyle düşünüyorum diye ekledi. ses tonum biraz yüksek; sana kırk defa çık şu facebookmudur nedir ordan dedim, görüyormusun bak neler geliyor başımıza diye çıkıştım. neler geliyormuş be, ne güzel fırsat çıktı karşıma işte diye carladı hatun. bütün gece, çok güzel olduğunu ama aynı zamanda da çok değerli bir beyni olduğunu , vücudunu kullanıp bir yerlere gelmektense zekasıyla çok daha başarılı olacağını, asil bir mesleği olması için zaten senelerce eğitim gördüğünü, ikimizin geleceği için de bahsettiğim yolun daha sağlıklı olduğunu anlatmaya çalıştım. saatlerce konuştum. ama rakibim çok güçlüydü sadece oniki dakikalık bir telefon görüşmesiyle çoktan halletmişti işini. son cümleleri de benim fikrim sorulmaksızın evet demesine yetmişti hatunun: “tek çekim dört bin avro”. son hamlemi yaptım: “izin vermiyorum!”. o da son hamlesini yaptı: “ayrılmak istiyorum”. Şah mat!

2 yorum:

  1. kusura bakma gülcem ben:) ahah:)
    gerçek mi bu:) ?

    YanıtlaSil
  2. bu 'hikayeden'deki tüm olaylar ve kişiler tamamen hayal ürünüdür.gerçek olsa daha komik olur aslında demi?güldüğüne sevindim:)

    YanıtlaSil